
KariyerKocu.org ilk röportajını Turkish Yatırım Genel Müdürü Berra Kılıç ile yaptı.
Berra Hanım 25 yıldır finans sektöründe. Marmara İşletme mezunu, Türkiye’de borsa kurulmadan önce Sermaye Piyasaları Kurulu’nda çalışmış, işi özünden biliyor. İMKB’nin ilk kadın yönetim kurulu üyesi. Ayrıca çok güleryüzlü bir insan. :)
Kendisiyle bir saatlik çok keyifli bir röportaj yaptık.
İyi okumalar! Can SUNGUR
Berra hanım, ilk önce yaptığınız işi kısaca sizden alabilir miyiz?
Tabii, şu anda Turkish Yatırım A.Ş. Genel Müdürü ve yönetim kurulu üyesiyim. Aynı zamanda İMKB Yönetim Kurulu üyesiyim. 1986 yılında kurulan İMKB’de ilk kez bir kadın yönetim kurulu üyesi yer alıyor. Ayrıca Takasbank’ın denetleme kurulu üyesiyim. Ama temel işim aracı kurumumun genel müdürlüğü ve yönetim kurulu üyeliği.
TÜGİAD’da da 4 yıl yönetim kurulu üyeliği ve genel sekreterlik yaptım. TÜGİAD’da bir yaş sınırı uygulaması var, nefis bir dernektir. 25 yaşında girebiliyorsunuz, 45 yaşında da fahri üye oluyorsunuz ve bütün yönetim organlarından çıkıyorsunuz. Keşke ülke yönetimi de böyle olsa. Ben yaş haddinden çıktım, şimdi fahri üyeyim. Tam 45 olunca seçme seçilme ve yönetim organlarında bulunma hakkınız ortadan kalkıyor ama üyeliğiniz devam ediyor.
- Peki, şu an yaptığınız iş dahilinde bir gün içerisinde neler yaparsınız? Sizin yaptığınız işi yapan birisinin günü nasıl geçer?
Bizim alanımızda genel müdür seviyesinde yapılan işler tabii farklı.
Uzman seviyesindeki arkadaşların bir günü daha farklı geçiyor. Okurlarınız için ilk önce onların gününü anlatayım, çünkü çok daha yakın ve tercihlerini etkileyebilecek bir örnek olur. Bizim alanın en çok bilinen iki dalı, Broker’lık ve Dealer’lık.
Broker’lar İMKB’deki temsilcilerimiz. Çalışma yerleri İstinye Borsa Binası. Yatırımcılardan ve merkezdeki müşteri temsilcilerinden gelen emirleri borsanın sistemine giriyorlar. Bu alan ölmekte olan bir alan, öncelikle onu söyleyeyim, düşünen varsa “Aman ha!” diyoruz. Niye? Teknolojinin gelişmesiyle, artık emir girişi kişiye bağımlı olmaktan çıktı. Eskiden sadece salondan sisteme emir girilebilirken artık şirket merkezinden giriş yapılabiliyor.
Dealer’lık diye bilinen Yatırım Uzmanlığı, oldukça ağır bir iş. Sabah 8.30 civarı işe gelirler, Amerika ne oldu Uzak Doğu ne oldu incelerler, günü toparlarlar. 9:00 gibi müşteri emirleri onlara ulaşmaya başlar. 9.30’da seans açılır. Hem İMKB’de, hem de İzmir Vadeli İşlemler Borsası’nda kontratların alım satım emirleri yatırımcılar tarafından yatırım uzmanı arkadaşlara iletilir. Öğle arası yok çünkü piyasalar kapanmıyor, akşam 17:10’a kadar tam bir konsantrasyon halinde iş yapıyorlar. Bu operatif bir iş de değil, yatırımcıları yönlendirmeleri de gerekiyor. Nihai karar yatırımcıda ama bilgi verip yönlendiriyorlar. 18:00 civarı işleri bitiyor, oldukça yorgun bir şekilde eve gidiyorlar.
Bir de Portföy Yöneticilerimiz var. Onların müşteri teması yok, alım satım kararları tümüyle onların. Yani iki tür müşterimiz var, bir grup müşteri alım satım kararlarını kendi vermek istiyor, onlarla Dealer arkadaşlarımız ilgileniyor; bir grup müşteri ise size şu kadar para veriyorum, siz yönetin, bana üç ay sonra hesabını verin diyor, onlarla da Portföy Yöneticisi arkadaşlar ilgileniyor.
Bu pozisyonlara destek veren araştırma birimleri var, onlara da çok önem veriyoruz. Bütün yazılım uzmanlarına ve müşterilere, sektörel ve makro ekonomik analizler çıkarıyorlar.
Bana gelince, Genel Müdür olunca işiniz stratejiyi saptamak oluyor. Benim günlük müşteri temasım çok olmaz. Daha çok hedefleri koymak, hedefleri takip etmek, prosedürlerin oluşturulmasıyla ilgilenirim. Sektör çok dinamiktir, yeni ürünler bulunması ve onların uygulanması, şirketi diğer şirketlerden ayıracak niche alanların saptanması gibi daha yukardan bakılması gereken işlerle ilgileniyorum. Tabii ki günlük konularla da ilgileniyorum, insan kaynakları konuları, risk yönetimi gibi… Yani yönetim okuyan bir kişiye yönetimin fonksiyonları başlığı altında okutulan herşey. Planlama, organizasyon, yönlendirme, koordinasyon. Ben tamamen bunu yapıyorum.
- İş hayatınıza başlangıcınızı, geçtiğiniz süreçleri kısaca anlatır mısınız?
Marmara Üniversitesi İşletme bölümü mezunuyum, Bahçelievler kampüsü. Okul bittiğinde aklımda gayet net iki şey vardı. Ya Boğaziçi Üniversitesi'nde master yapacaktım yada Sermaye Piyasası Kurulu’nda çalışacaktım. İkisi birbirinden çok farklı alanlar tabii. Boğaziçi Üniversitesi’nde master yapmak istiyordum, çünkü yabancı dilimi çok geliştirecekti ve bana bir ufuk açacaktı. Marmara Üniversitesi bize çok iyi bir işletme eğitimi verdi, gerçekten çok iyiydi ve ben faydasını yıllarca gördüm. Ama daha konvansiyonel bir okuldur, daha okul gibi okuldur. Boğaziçi biraz daha farklı bir kültür, onu yaşamak istiyordum.
1983 mezunuyum. 1982 yılında, ben mezun olmadan altı ay önce Sermaye Piyasası Kurulu kurulmuştu. İşletme mezunu olarak bunun iyi bir kariyer fırsatı olacağını tamamen kendi çabamla fark ettim. Hocalarımdan da bir yönlendirme almadım çünkü o dönem İstanbul’daki hocalar o organizasyonun farkında değildi. Ankara’da kuruldu, bu yüzden Ankara’da, özellike Ankara Siyasal’daki hocalar oldukça farkındaydı ve bütün öğrencilerini oraya kanalize etmişlerdi. İstanbul’daki okullar ise biraz daha piyasaya adam yetiştiriyordu.
Ben niye oraya yöneldim, çok basit bir nedenle. Türkiye olarak kapitalist bir düzeni seçmişiz. Sermaye piyasaları kapitalist düzenin çok önemli bir parçası ve o yıllarda Türkiye’de yok. 1980 yıllarında Türkiye piyasaları ve ekonomisi liberalleşmişti; 12 Eylül askeri darbesi sonrasında tekrar çok partili düzene geçilmişti ve ekonomi liberalleşiyordu. Bu alan ise yeni ve olmazsa olmaz bir alan, bütün kapitalist endüstrilerde var ve büyümenin önemli finans kaynaklarından birisi.
Şöyle düşündüm; “Yeni bir alanda yer almak iyidir.” Bu yaklaşımı kariyer yolunu çizmeye çalışan herkese tavsiye ediyorum. “Yeni ne oluyor?”. Profesyonel ve konvansiyonel alanlar tamam, ama yeni gelişen alanları tespit edebilmek o kadar önemli ki! Bütün nimetlerinden siz faydalanırsınız, ve benim için de öyle oldu.
Sermaye Piyasaları Kurulu’nun ve Boğaziçi’nin sınavlarına girdim, ikisini de kazandım. Normalde Boğaziçi dışardan yüksek lisansa pek öğrenci almaz, akademisyenlik düşünenleri tercih eder. Benim akademisyenlik gibi bir düşüncem yoktu. Aynı anda ikisini birden kazanınca tercih yapmam zor oldu.
Ben sermaye piyasası kurulunda olmayı tercih ettim. Başbakanlığa bağlı bir kamu kurumudur ve biz ilk elemanlarıydık. Üstümüzde 5-6 tane uzman vardı. Şimdi masanın pratik tarafında bulunuyorum ama o zamanlar piyasaları düzenleyen taraftaydım. Piyasalar nasıl olmalı hayal ettik, tasarladık. Kanunlar çıktı. Yönetmelikler çıktı. Henüz borsa yok, aracı kurumlar yok. Bir sermaye piyasası tasarlandı. O sürecin içerisinde yer aldım ve tabii olağanüstü eğitici bir süreçti. Bize çok eğitim verildi ve büyük yatırımlar yapıldı. İşe başından başlamanın güzel yanı bu, ellerinizle kuruyorsunuz.
- Yüksek Lisans ve Doktoranız hangi konu üzerineydi, size ne gibi katkıları oldu?
Serbest Piyasalar Kurulu’nun sağladığı en büyük imkanlardan birisi çalışırken yüksek lisans yapmaya olanak sağlamasıydı. Kamuda çalışmanın faydası bu, çoğu özel sektör kurumunda bunu yapamıyorsunuz. Biz işle beraber izinli olarak gidebiliyorduk.
Ankara’da olduğum için yüksek lisansı Siyasal’da yaptım. Tabii Ankara’da olup kendinizi Siyasalın dışında tutamıyorsunuz. Biliyorsunuz o bir ekol.
Yüksek lisansımı özelleştirme üzerine yaptım. Tez konum “Özelleştirme ve Özelleştirmenin Serbest Piyasa Üzerine Etkileri” idi. O yıllarda özelleştirme çok büyük bir rüzgardı, özelleştirmenin başındaydık. İngiltere’de çok büyük özelleştirmelerin yapıldığı, "Türkiye’de de olsa iyi olur" dendiği yıllardı. Ben "sermaye piyasasına olumlu etki yapacak şekilde neler yapılabilir" konusuna yöneldim.
Herkes adına çok faydalı oldu, ben de çok faydasını gördüm. Öncesinde konu hakkında başka eser yoktu, sermaye piyasası kurulu bu tezimi kitap olarak bastı. Ayrıca Milliyet gazetesi o sene yılın ekonomi ödüllerini verirken tamamen tesadüf olarak bu konuyu seçmiş. Ben biraz düzenleyip o yarışmaya da gönderdim, orada da derece aldı.
Yıllar sonra Turgut Özal’ın Cumhurbaşkanı olduğu dönemde bir arkadaşım aradı, “Berra çok önemli bir şey oldu” dedi. “Nedir?” dedim. “Cumhurbaşkanı’yla görüşmeye gittim, masasında senin kitabın vardı, onu okuyordu.” dedi. Büyük bir tesadüf, 25 yaşında yazdığım bir çalışmayı yıllar sonra Türkiye’de özelleştirmenin mimarı olan Cumhurbaşkanı okurken bir arkadaşınız görüyor. Demek ki bir işe yaradı, öyle düşünüyorum.
Doktoram bireysel emeklilik konusundaydı. O da çok doğru bir zamandaydı. İş hayatında zamanlama çok önemlidir. Doğru alana yönelmek, olmayanın üstüne gitmek... Ben özelleştirme konusunda çalışırken özelleştirme diye bir şey yoktu, ben bireysel emeklilik konusunda tez yazdım, daha kanun yoktu.
Ben üzerinde çalıştığım dönemde bireysel emeklilik Dünya'da oturmuş ama henüz Türkiye’de olmayan, hem bireylere, hem de sermaye piyasalarına büyük katkıları olan bir alandı. Türkiye’de ne olmalı, nasıl yapılanmalı konusunda bazı savlar ortaya koydum. Benim tezim kabul edildikten kısa bir süre sonra kanun çıktı. Bana faydası şöyle oldu, bireysel emeklilik alanına giren pek çok şirkette eğitimler verdim.
- Bu noktada önemli bir soru şu olacaktır, siz bu yeni alanları nasıl bu kadar iyi takip ettiniz? Sizinle aynı dönemdeki meslektaşlarınızla aranızdaki farkı nasıl yarattınız?
Dünya'yı, yayınları, trendleri çok takip ederim, çok okurum. Eğitim devam eden bir süreçtir, antenlerimi hep açık tutarım. “Bitti, ben oldum” gibi bir nokta yoktur. “Ne olabilir, başka ne yapılabilir? Dünya nereye gidiyor? Bizde ne eksik var?”
Çok sorgulayıcıyımdır, olmuş olanları veri kabul etmem. “Daha değişik olabilir, şu eksik” diye düşünürüm. Var olanı kabullenmektense “Başka türlü nasıl olabilir, nasıl dönüştürebilirim?” diye düşünürüm.
- Peki bu eğitiminizin size kattığı bir özellik mi?
Hiç zannetmem.
Açıkçası ben şimdiki gençler kadar iyi bir eğitim aldığımı düşünmüyorum. Sıradan bir okulda okudum, Yeşilköy Ticaret Meslek Lisesi mezunuyum, öyle kolejli filan değilim. Hatta ticaret lisesi mezunu olduğum için hayata bir hayli de geriden başlamıştım. Meslek lisesi olduğu için insanı tek bir alana yönlendirip sadece o alanda yetiştiren bir eğitim aldım. Ardından çok köklü, ama sıradışı olmayan bir eğitim aldım.
Bende bunu ne sağladı? Özellikle lisede okurken; Dünya’yı, Türkiye’yi değiştirmek isteyen insanlar vardı. Seksen öncesi kuşak Türkiye’de bir şeylerin iyi gitmediğini, daha iyi şeyleri hak ettiğimizi düşünüp, bunun için savaş veriyordu. Yöntemleri tartışılır ama o çatışma ortamında 15 – 18 yaşlarında olmak, bir tarafta da olmak zorunda kalmak söz konusuydu. Ben hiç dogmalarla hareket eden birisi olmadım, hep “Hangisi doğru, Ne oluyor, Kim ne istiyor?” diye dinledim, bir sürü de toplantıya katıldım. Kimse beni kolumdan bir yerlere çekiştirmedi. Sonunda da bir taraf seçtim.
Hep sorgulayıcı oldum. “Bunları söylüyoruz ama doğru mu söylüyoruz? Bunlar yapılacak doğru şeyler mi?” Sorgulama alışkanlığım tamamen bu dönemden geliyor. Seksen öncesi doğru noktada durabilmek için başlattığım sorgulayıcı çaba hayatım boyunca devam etti.
- Liseden biraz daha geri gidelim, çocukluğunuzda hayalinizdeki meslek neydi?
Avukatlıktı.
- Peki lise bittikten sonra üniversitede okumak istediğiniz bölüm?
Yine avukatlıktı. Ticaret lisesi mezunları sadece İktisadi Ticari Bilimler Akademilerine kabul edildiği için avukat olamadım. Liseden mezun olduktan sonra ailem başka şehirde okumama da izin vermediği için üniversiteye tek tercihle girdim, o da zaten Marmara Üniversitesi İşletme bölümüydü.
İlk sene ek derslerin hepsini verip ayrıca bir de lise diploması da aldım, tekrar ÖSS’ye girip hukuk kazanırım diye, çünkü ÖSS puanım da çok iyiydi. Hatta beni kayıt eden kız şaşırmıştı “Bu puanla burada ne işini var?” var diyerek, “Sadece burası beni kabul ediyor” demiştim.
Ama sonra okulumu değiştirmedim çünkü, belki okurlarınıza iyi bir örnek olmayacak ama, okulum çok kolay gelmişti bana. Derslerin çoğunu lisede görmüş olduğum için, ilk dönemin sonunda anormal bir not ortalamam vardı.
Boğaziçi Üniversitesi’ne yatay geçiş için başvurdum, kabul edildim ama gitmedim. Mesela bu bir hatadır, dönüp baktığımda bunu yapmalıydım diye düşünüyorum. Niye yapmadım? Çünkü okulum evime çok yakındı, çok seviyordum ve dersleri çok rahat hallediyordum. Başka bir sürü şey yapmaya vaktim kalıyordu. “Şimdi gidip Boğaziçi’nde zorlanacağıma...” diye düşündüm.
- Başka bir sürü şeye vaktim kalıyordu dediniz, okul hayatınızda ne gibi şeylerle ilgileniyordunuz, ne tip etkinliklere katılıyordunuz?
Herşey!
Ben hemen hemen bütün kulüplerde çalıştım. O zaman kulüplerin sayısı şimdiki kadar çok değildi tabi. Satranç oynuyordum, satranç klübündeydim. Uzun zaman Halk Oyunları Kulüplerinde oldum. Felsefe klübünü kurdum ve devam ettim. Osmanlı Tarihi klübü vardı, oraya çok meraklıydım.
Üçüncü dördüncü sınıfta zaten üniversitenin kültürel kollar koordiatörlüğünü yapıyordum. Bütün kültürel kollar bana bağlıydı. Son sınıfta yıllık çıkartan gruptaydım. Belki derslerden çok diğer konularda vakit geçirdim diyebilirim.
Bunu önemsiyorum ama belki söylemeye de gerek yok, şimdi bakıyorum bütün öğrenciler kültürel faaliyetlere katılıyorlar.
- Katılanlar olduğu kadar katılmayanlar da var, niyetlenip harekete geçmeyen öğrenciler çoğunlukta.
Muhakkak katılmalılar. Muhakkak. O kadar çok şey alıyorsunuz ki. Ben ilk gerçek anlamda bir iş yerini ve yöneticiyi yıllık için reklam almaya gittiğimde gördüm. Bizim üniversitemizden mezun dört beş tane iş adamını ziyaret ettik, gerçekten vizyonumuz açıldı.
- Stajlarınız peki?
O yıllarda staj pek yapılmazdı. Fırsat olsaydı kesinlikle yapardım.
- Biraz farklı bir konu olacak ama, iki kızınız var. İki çocuk annesi olup, böyle bir kariyer yapmak, bu kadar sorumluluğun altına girmek zor olmadı mı? Arada kaldığınız oldu mu?
Arada kaldım diyemem. Çünkü çalışıyor olmak benim için tartışılacak bir şey değil. Ben iş hayatının içinde olmalıyım ama çocuklarımı da ihmal etmem.
Bu konuya biraz daha farklı yaklaşayım. Ben ilk çocuğumu doğurduğumda 37, ikinciyi doğurduğumda 39 yaşındaydım. İlk çocuğum doğduğunda 18 yıllık evliydim. Geç evlenmedim, erken evlendim ama çocuk yapmamayı tercih ettim, çünkü belki o zaman arada kalabilirdim.
Bir taraftan kariyeriniz için çalışıyorsunuz, hem de çok yoğun çalışıyorsunuz, diğer taraftan da çocuğa bakarsanız ikisini dengelemek kolay olmayabilir. Ben gayet gerçekçi olarak, 35 yaşıma doğru kariyerimde gelmek istediğim yere geldiğim için ondan sonra çocuk yaptım. O noktadan sonra vaktinizi daha esnek ayarlayabiliyorsunuz. Dolayısıyla kariyerimi tamamlayıp öyle çocuk yapmak doğru bir karar oldu.
Çok iyi bir anne olduğumu düşünüyorum, çocuklarıma çok vakit ayırıyorum çünkü aklımda başka bir şey yok. Onlar doğana kadar Türkiye’nin neredeyse tümünü gezdim, seyahatlere çıktım. Yani içimde “Şunu da yapmadım, eksik kaldı” dediğim bir şey olmadı. Artık kendimi çocuklara adayabileceğim bir yaşta çocuk yaptım. Erken yaşta çocuk yapanlarda o oluyor, içlerinde yaşamamışlıkları kalıyor. Ben artık çocuklarımla birlikte olmanın keyfini sürüyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder